Ten Rengi Karma Sergisi

TEN RENGİ


Kafamızda oluşan ayrımcılığa ve ötekileştirmeye ait ilk düşünceler ten renginden aldığımız önyargılardan kaynaklanır. Birisini daha ayrıntılı ve doğru tanımadan ten rengine bakarak önyargılarımızın devreye girdiğini görürüz. Kara deri’ yi beyazların nasıl değerlendirdikleri başından bellidir. Şarışın bomba’ ya dair yazı ve ya söze dayalı hoş olmayan düşüncelerimizi nasıl dışa vurduğumuz gayet açıktır. Nasıl biri olduğunu anlatmasına fırsat vermeden, teninden dolayı Roman’lara da bu gözden bakarız..Ne de olsa, ten rengi ilk düşüncelerimizi oluşturmuştur, fazladan düşünmeye ne gerek var?

Bu ve benzeri örnekler her toplumda aynı güdülerle ortaya çıkar ve her toplum bu davranışı kanıksayarak tenden kaynaklı ayrımcılığı pek sorun etmez. Ta ki, ünlü bir şahsiyet ten renginden dolayı yapılan ayrımcılığa maruz kalıncaya kadar… “O gece first lady’i giydiren Hint asıllı modacı Naeem Khan tasarımı “gümüş payetli, ten rengi askısız elbise” olarak tanımlamıştı. Modacının dışında Amerikan Associated Press haber ajansı da elbiseyi tarif ederken “ten rengi” ifadesini kullandı. Ancak şampanya renginden biraz daha koyu, kum renginden daha açığı tarif eden “ten rengi” ifadesi ırkçılık tartışması başlattı. İsmi açıklanmayan bir moda editörü “Kimin teni? Michelle Obama’nınki değil” diyerek tepki gösterdi. Bunun üzerine ajans haberdeki ifadeyi “şampanya rengi” olarak değiştirdi. Ayrıca ajans tartışmayı haber yaptı.” (http://www.hurriyet.com.tr/dunya/14800983.asp). Öyle ya, kimin teni? Ya da, çeşitliliklerine rağmen neden tüm insanların teni tek bir renk ile tarif ediliyor?

Öteki nin ve beriki nin zorunluluktan kaynaklı beraberliği, demokrasiye herkesten fazla düşkün olduklarını söyleyenler için sorun olmuştur. Yarım ve sorunlu düşünceleri ile demokrasi ve bireysel haklar havarisi kesilenler siyaset, cinsiyet ve inanç alanında oluşan kargaşanın neredeyse tek kaynağıdır. Tıpkı, tüm ten renklerinin tek bir renkle anlatılmak istenmesi gibi tüm çeşitli düşüncelere tek tip kalıp önermektedirler...

Asıl ilginç olan, ten renginden kaynaklı ayrımcılığa karşıymış gibi görünüp, kimin neye göre öteki olduğu konusunda, daha bilinçle ve ince ayarla kafa karışıklığı yaratarak kendisi gibi düşünmeyeni dışlayanların farkında olmamamızdır. Siyaset, ahlak ve inanç bütünlüğünü korumak adına kendi düşüncesini tek doğruymuş gibi herkese dayatanların ve uymayanları düşmandan sayanların sayısı herkesimden her geçen gün daha da artmaktadır.

Bu sosyal durumu “Ten Rengi” adıyla, ondokuz sanatçının ortaklaşa oluşturdukları bir sergi ile gündeme taşımak istedik. Sanatçıların tamamının Hacettepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi’nden lisans ve ya yüksek lisans diplomalı olmalarının ve iki sanatçı hariç, hepsinin Ankara da yaşıyor olmalarının dışında benzerlikleri yok. Konuyu, farklı bakış açılarından farklı malzeme ve tekniklerle irdelemeye çalıştılar, Lanetli olan ötekinin sanatçılar için ne anlama geldiğini işlediler.

Adem ve Havva’ nın yasak meyveyi yiyerek Cennet’ten kovulmaları bilinen ilk ceza örneğidir. Bir bakıma, kovulanların kendilerini öteki hissettiğine de ilk örnektir. A’raf Suresi’nde ayrıntıları yazılı olan bu öyküyü kendisine konu seçen Serap Emmungil, öyküye dair herhangi bir işaretlere başvurmadan, kurak bir arazide yapraksız ve meyvesiz ağaçların oluşturduğu karamsar bir manzara ile bizleri yüzleştirir. Verilen ceza’nın bir tür metaforunu yaratır. Cezalandırmaya başka bir noktadan yaklaşan Seçkin Aydın, farklı renklerin düşüncelerinden dolayı maruz kaldıkları şiddet sonrasında yara alanların varlığını çok basit bir dille, yara bandı ile konuya bakışını ortaya koymaktadır. Yara bandı, yarayı gizlemesi bakımından tam da ten renginin kendisidir. Uygulanan şiddeti bir bakıma gizlemiş olur. Yasaklanan bir nesne ve ya eylemin varlığını bildiren çarpı işareti ile sanatçı, farklı olana yöneltilen şiddetin aslında insan haklarına aykırı olduğunu ve tüm yasalar karşısında da yasaklandığını bir kez daha hatırlatır.

Manet’nin Olimpia resmi ahlakı yargılama değerlerini alt üst etmesi bakımından sanat tarihinin önemli yapıtları arasındadır. Bu resimde Manet, her hangi bir sokak kadınını hanımefendi kimliği ile hem de, hizmetçisi olan burjuva kadınıymış gibi göstererek burjuva ahlakının seçkinci yaklaşımını reddeder. Şefik Özcan, tabu yıkıcı eyleme karışanları Sherlock Holmes vari iz sürücü ve eli büyüteçli ahlak koruyucusu olarak tabloya kendini dahil ederek aslında Manet’ nin yaptığını bir kez daha yapmaya çalışır.

Kimlik ayırımı kişiye, topluma ve değer yargılarına göre bireyi ayırt etmez. Birbirlerine ters düşünen aynı aile bireylerini bile birbirine düşürebilir. Kuşak çatışması adı altında yapılan bu iç çekişmeler, varoluşun çok ötesinde, otoriteyi kabul ettirme savaşı ile başlar. Benzer genler arasında ötekileştirilen bireyler aile içinde sorunu anlama ve çözümüne parça olma girişiminde bulunurken, sokakta soruna tamamen kayıtsız kalabilir. Tıpkı Necla Rüzgar’ın üzerinde durduğu gibi. Herhangi bir sebepten dolayı birbirlerine giren kalabalığa bencilliği de aşan abartılı vurdumduymazlıkla kayıtsız kalan ve tam da anlatmaya çalıştığımız ötekiyi, toplumsal birey olmanın çok uzaklarında gezinirken görüyoruz. Sorunun başka bir yönü ile karşı karşıyayız!

Küçücük barut topakları ile yan yana ve sıkı sıkıya birbirine eklemlenen kibritlerden oluşan Serkan Demir’in “Eylem Hazırlığı” isimli çalışması, gizil bir yok edici güce sanıldığından çok daha basit yollarla sahip olunabileceğini ima eder. “ Hep birlikte hareketsiz duralım” ın bir boyun eğiş değil aksine, derviş sabrı ile,yerinde ve zamanında hareket emenin doğruluğunu felsefi bir dille anlatır..

“Buradan gitmeli” diye bağırdı kızkardeş, “tek çare bu, baba ama onun Gregor olduğu düşüncesini kafandan atman gerek. Bizim asıl felaketimiz, bunca zaman bu düşünceye inanmış olmamız. Fakat o nasıl Gregor olabilir ki? Gregor olsaydı eğer, insanların böyle bir hayvanla birlikte yaşamalarının olanaksızlığını çoktan anlar ve kendiliğnden çıkıp giderdi. O zaman bir erkek kardeşimiz ve oğlumuz olmazdı, ama yaşamayı sürdürür, onun da anısını onurla korurduk.” Ümmühan Yörük, Kafka’nın “Dönüşüm” ünden alıntıladığı düşünceyi, başkalarının hoşuna gitmeyen zamansız bir görüntüyle tabu ve mahrem kavramları işaret etmede kullanmaktadır. Bilinçli tercihlerimiz, ancak başkalarının izin verdiği süre ve zaman içinde yaşanabiliyorsa, bizler, üstü tümüyle toz kaplı, iltihaplanmış bir bedenle dolaşıp dolaşmama tercihimizi kullanabiliriz. Tıpkı Gregor Samsa gibi.!

Aslı Işıksal’ın “Mükemmel İnsan” isimli eseri, her ne kadar ari renge dahil üstün insanı çağrıştırsa da, bilgi ve beceriden uzak olmasına rağmen kendini değerli sanan paradoks kişiliklere gönderme yapmaktadır. Aysel Alver’in yapboz ve kolaj mantığı ile giydirilmiş heykelleri, dağılıp gitmiş, onun yerine elbiseleriyle var olan muğlak, kişiliksiz, yersiz ve yurtsuz bir varoluşun izlerini taşır gibidir. Bugünlerde gündelik yaşamda sıkça karşılaştığımız radikalleşen muhafazakarlığın ötekileştirdiği kadını, içinde bulunduğu açmazları ironik bir dille Aysel Gözübüyük anlatmaktadır. Belma Ersu, Gombrich’in " Sanat, diye birşey yoktur aslında. Sanatçılar vardır" sözünden yola çıkarak, Modigliani’nin ve Courbet’ nin çıplak kadın figürlerinde mahrem yerleri natürmorta konu olan nesnelerle kapatarak geleneksel anlamda ahlaki değer yargılarımızı henüz aşamadığımızı gündeme taşıyarak bir tür kendiliğinden sansür’ü resim sanatı yoluyla uygular.

Cevahir Özdoğan "Tin Ten Ton" adını verdiği çalışmasında, beden ve ruhun birlikte oluşturduğu niteliğimizin benzerliğimizden çok öteki’liğimizi ortaya koyan ton değerimizin olduğunu ince bir ustalıkla anlatmaktadır. Üç kelimenin tekerleme şeklinde oluşturduğu yapısal benzerliğin aslında, farklılığımızı oluşturan en önemli kavramlar olduklarını bize bir kez daha hatırlatmaktadır. Erdal Duman, Ten Rengi sergisi için hazırladığı neon ışıklı eserinde, zihinde askıda bekleyen bir görüntüymüş gibi silahı gerçek görüntüsünden ve işlevinden bizi uzaklaştırarak silahı ve silahlı olayları sıradanlaştırmaktadır. Bizler nesneleri ve olayları yeniden sınıflandırırken imajımızda kalan bu yeni görüntünün ve oluşan yeni durumun yeni rengine göre onları yeniden anlamlandırmak zorundayız.

Esra Sağlık ‘ın zeytinyağından yaptığı sabunlu eseri, güne ait sesler çoğaldığında hatıranın kendisinin de kokusunun da bilgisinin de silikleşeceğini hatırlatırcasına resimsiz ve anlatımsızdır. Yaşanmışlığa dair ne varsa sabunla yıkanmış ve tüm izler yok edilmiş gibidir. Yeni renklere, yeni kimliklere davet var. Her kişilik farklı deneyimlere sahip olduğuna göre farklı işaretlere, dolayısıyla bir farklığa sahiptir. Funda Susamoğlu, “deney-im” adını verdiği çalışmasında, deneyimle oluşan bilgiye işaret ederek, bireysel deneyime dayanan yola çıkma eyleminin, yolda toplamak, toprağın huyunu suyunu anlamak için yapılan deneylerin toplamı olduğunu vurgular.

Fırat Engin’in sergide yer alan işleri, Jean Baudrillard’ın “sonsuz sayıda eşdeğerli birey” formülünden yola çıkarak, çeşitli nesne ve malzemelerin birlikte oluşturduğu metaforik anlatımlarla, toplum-birey-kitle ilişkisine göndermelerde bulunuyor. Günümüz bireyinin hazır formatlı postmodern karakter tipi, kültürel deneyimi ile düşünen, özerk ve yaratıcı bir toplumsal birey tipinin yaratılmasında en büyük engeldir.

Havva Altun, tuval üzerine akrilik boya ile yaptığı eserinde, bizden birisi olan ineği ve başka diyarların öteki yaratığı domuzu kendi figürü ile sessiz bir diyaloga sokar. Fazla söze gerek duymadan bizzat Havva’ nın kaleme aldığı öyküden bir alıntı: “ Ben, domuz. Ben Havva’nın resimlerindeki domuzum. Vaktimi, onun özenle yaptığı üç katlı pastaları koklayarak geçiriyorum. Onları yemiyorum çünkü vanilya ve krema ağız tadıma uygun şeyler değil. Kendi beyaz kremasını yapmayı bilmediği için genellikle şu hazır satılan toz – sütle karıştırılan- kremaları kullanıyor. Koklayarak vakit geçiriyorum demiştim. Yiyecekmiş gibi yaklaşıyorum ki yüreği ağzına gelsin.

Beni gördü ama çok da yardımcı olmadı demiş miydim? Okuduğuna göre –bunu bana aynada kaşlarını alırken anlatmıştı- İkinci Dünya Savaşı’nda bir hastanenin yanında beslenen domuzlar, çöpe atılmış, hastaların kanlı irinli bezlerini yiyerek besleniyorlarmış. Aynı domuzlar hastalara da yedirildiği için hastalarda bazı sağlık sorunları baş göstermeye başlamış vesaire.. İnekleri benden daha fazla sevdiğine eminim.”

Eleştirileri ciddiye almak ya da almamak öteki ve beriki nin kurduğu sosyal ilişkiye bağlıdır. Taraflar birbirlerine açık olduğu sürece, yanlışları ve doğruları söylemek amaçlı yapılan eleştiriler her iki tarafın da işine yarayacaktır. Ozan Bilginer, kağıt üzerine yaptığı çiziminde, farklı kişiliklerin her koşulda asla vazgeçemediği kendi çıkarları ve dünyasının genel kabul görme isteği ile her şeyi nasıl da arap saçına dönüştürdüğünü açıkça ortaya koyar.

Derisinin rengini ve biçimini değiştirenler tıpkı diğerleri gibi kafa karışıklığı yaratırlar. Ten renginden dolayı duyduğu statü kaybı endişesiyle ya da güzelliğin idealize edilmiş halini özleme durumuyla açıklanabilir ki, bu da, psiko-nevrotik duruma işaret eden yeni bir kimlik arayışıdır. Bu türden endişe sahiplerini kendine konu seçen Tanzer Arığ, teninin renginden dolayı çekingen davranan ve fırsat buldukça tenini gizlemeye çalışan, ancak, ne kadar tenini gizlemeye çalışırsa çalışsın gerçeğin değiştirilemeyeceği vurgusunu yapar. Şeffaf eller istediği kadar yüzü görünmez kılsın, yüzün orijinal rengi tüm çıplaklığı ile ortadır. Mehmet Ali Uysal’ın, kimliğine ait hiçbir bilgiye rastlamadığımız ve derisinden dışarı çıkmaya çalışan birini minmal bir etki ile resimlediğini görüyoruz. Resimdeki figürün tuval yüzeyinde biraktığı izleri, İster zorlukları aşarak yeniden doğuşun çabası olarak algılayın ister, ten rengini gizlemeye çalışanın kendi varlığını gerilerden bize hissettirme çabası deyin. Her iki durumda da sonuç değizmez!. Ne de olsa, varolunan durumdan belirgin biçimde duyulan rahatsızlığı giderme çabasıdır bu.



Hüsnü Dokak

Sergi Küratörü