7 Temmuz 2010 Çarşamba

Türkiye'nin Bulanık Halleri / Serap Emmungil

16 Mart-10 Nisan 2010 tarihleri arasında Ankara’da, Aysel Gözübüyük sanat galerisinde açılan ve sanatçı Hüsnü Dokak’ın eserlerinden oluşan “Bulanık Haller” adlı sergi, toplumumuzun gündeminde yer alıp güncelliğini koruyan ve Türkiye’nin son 30 yılında yaşanan, siyaset, ordu, din ve medya merkezli; siyasi ve sosyal yaşamın bulanık hallerinin yansıtıldığı imgelerden oluşmuştur. Sergideki resimlerde, demokrasisi oturmuş Batı toplumlarıyla karşılaştırıldığında ülkemizde anayasanın hala tartışılıyor oluşuna; bir yandan anayasa tartışılırken, diğer bir yandan da bu tartışmanın gölgesinde kalan bulanık ortamda siyasi tutarsızlıkların gözden kaçıp güme gidişine; en basitinden seçim dönemlerinde oy kapma endişesiyle dindar kesimden yararlanmak isteyen, onlardan nemalanan siyasilerin tutarsızlıklarına dikkat çekilmiştir.

Türkiye’nin doğusunda son 30 yıldır süren ve adı ister terörle mücadele ister iç savaş olarak anılsın, bu çatışma içinde yer alan her iki tarafın da ağır bedeller ödemesine rağmen, ne amaçla olursa olsun, savaşın bu kadar uzun sürüşünün bulanıklığına gönderme yapılmaktadır.

Madımak Oteli katliamı ve Hrant Dink cinayetinde görüldüğü gibi, toplumumuzun gelenekselleşen davranış biçimi, ötekini bir türlü kabul edemeyen, kendisi gibi düşünmeyene yaşama hakkı tanımayan, kendinden olmayanı yok eden, linçi kanıksamış bir toplum vurgulanmaktadır. Son otuz yılda oluşan; ancak bir doğal afetin yok edebileceği bir mirası rahatlıkla yok eden ve bunu yaptıktan sonra umursamayan, görmezlikten gelen, kör ve sağır bir toplum imajı görselleştirilmiştir.

Daha da güçlü bulanıklık, bu olayları teröristlerin değil sivil kişilerin gerçekleştiriyor olmasında görülmektedir. Linçin toplumumuz tarafından kanıksanmış oluşu, dantel ve kanaviçe imgesi içerisinde “Linç” sözcüğüne, gelenekselleşmiş herhangi bir motif gibi yer verilmesiyle görselleştirilmiştir. Toplumsal hak ve özgürlük mücadelesini meydanlarda eylemler, yürüyüşler yaparak ortaya koyan kesimin karşıtı olarak, yürüyüş yapanları izleyerek/seyrederek gezinen kesimle farklı sosyalleşme biçimlerine dikkat çekilmektedir.

Bir başka bulanık yön olarak da amacı ister Osmanlı’ya bir iç geçirme ister Atatürk’ün oluşturduğu bir başkenti ortadan kaldırma olsun, başkentin Ankara’dan İstanbul’a kaydırılma isteği gösterilmiştir. İş Bankasının İstanbul’a taşınması örneğindeki gibi, Metropol kimliğine kavuşmaya çalışan Ankara için önemli kimi kurumların yavaş yavaş İstanbul’a taşınmasıyla içinin boşaltılmaya çalışıldığı düşüncesi, İstanbul Haritası üzerine Ankara simgelerinin yerleştirilmesiyle oluşturulan paradoksal bir görüntü ile ortaya koyulmaktadır.

Üç boyutlu, gerçek minderler üzerinde yer alan imgeler serisinde de siyaset, din, asker, medya dörtlüsünün ilişkisine gönderme yapılmaktadır. Minder, ayrıcalıklı oluşun bir sembolüdür. Altlarında minder olan insanlar ayrıcalıklı kişilerdir. Siyaset, din, asker, medya dörtlüsü, doğal olarak minder sahibidirler. Siyaset dünyasında koltuk neyse, din âleminde de minder bir bakıma aynı anlamı taşır. Benzerlikleri, üzerine oturan kişinin söz sahibi oluşudur. Minderdeki din görevlisi vaaz verme hakkına sahiptir. Öyle ki ülkemizde bir üniversite öğretim üyesi bile bir din görevlisinin söz söyleme özgürlüğüne sahip değildir. Medyanın minderi elde etme biçimi ise siyasilerden, din adamlarından ve askerden farklıdır. Medyanın minderi, medyayı kendi çıkarları için kullanacak kişi tarafından ona geçici olarak sunulur.

Minder üzerinden yansıyan asker figürleri ve dudaklar, bizim toplumumuza ait olağanüstü bir tartışma gündemine gönderme yapmaktadır. Askerlerin güç-iktidar kavgasının merkezine oturtulması; bir zamanların en güçlü kimliğinin kendini savunuyor durumuna düşürülmesi ve çok güçlü bir mekanizmanın rahatlıkla alaşağı edilebileceği fikri; yumuşak görünümlü dudaklar ile sert asker imgesinin bir araya getirilmesi sonucu, askere ait sertlik imgesinin de yumuşayacağı şeklinde ifade edilmiştir. Altında minder göndermesiyle, altından minderi çekilmiş kişilerin konforunun bozulması ve bu kişilerin hala bunun üzerine oturtulmasındaki çelişki sorgulanmaktadır. Tespih ve imam fesi, din görevlilerinin minderine gönderme yapmaktadır. Sergide yer alan şapka imgesi siyasilere gönderme yaparken siyah ve beyaz rengin kullanılması, sanatçının gözünde politikacıların her birinin ya siyah ya da beyaz oluşunu ifade etmektedir.

Sanatçı Hüsnü Dokak, tüm bu güç-iktidar kavgası devam ederken, ortamın bulanıklığı içinde asıl zarar görenin, bir ulusun kendi kimliği olduğunun göz ardı edildiğine dikkat çekmektedir. Hırpalananın, lime lime edilenin ulusun ta kendisi olduğunu vurgulamaktadır. Fotografik imgelerin kullanıldığı resimlerde, gönderme yapılan kişiler ve mekânlar belirginlik taşırken, flu etkilerin yer almasıyla da ortamın bulanıklığı görselleştirilmiştir.


Serap Emmungil
Hacettepe Üniversitesi
Güzel Sanatlar Fakültesi
Resim Bölümü
Öğretim Görevlisi